top of page

Sessizlik ile gelen acı dolu şifa(!)



Kulağımda MFÖ'nin "Bodrum" girizgahı...nasıl anlatsam...Nereden başlasam....İnziva dönüşündeyim...4 gece 5 gün süren bir sessizlik..


Öğretmenin en kalıcı yolu sanırım yaşam boyu öğrenci olmak… velhasıl bizim eğitmen olabilmemiz için gerekli olan bir inzivaya katıldım; benim gibi bu yola baş koymuş yol arkadaşlarımla birlikte…


Geçtiğimiz cumartesi günü inzivayı yapacağımız mekana giriş yaparken iki niyetim vardı avuçlarımda:

1) zihnimdeki tüm klasörlerimi bir yana bırakarak, “başlangıç ruhu”mun en saf hali ile duyumsamalarımla kalmak… tıpkı bir wi-fi gibi alıcı olmak… Aksiyona geçmeden… Zihnimi takip ederek; ne var ise almak… Yorumlamadan, yargılamadan… Al, süzgeçten geçir, ve bana iyi ise sindir… Shunryu Suzuki’nin dediği gibi; “yeni başlayan bir zihinde çok fazla olasılık vardır, uzman bir zihinde ise çok az…”


2) tutunduklarımı fark etmek ve bırakmak. Beni ben yaptığına inandığım ne ise… Değer yargısı? Dünya inanışı? Objeler? Kişiler? Statü? Ne tam olarak beni tutuyordu? Ya da ben tam olarak nelere tutunuyordum?


Cumartesi günü meditasyon odasında hep beraber oturup inziva kurallarını hocalarımızdan dinlerken; ilk tokadın yüzümü yalamasını hissettiğim o anda düşündüğüm şey ” nasıl ya, ne demek okumak yok?”tu… Okumak ve yazmak yok…. Evet, telefon, televizyon, tablet…vs. konuşmak, herhangi bir şekilde sosyalleşmek yoktu ve ben bunlara dünden hazır ve razıydım. Ama okumak? Yazmak?


Sabah 6.30da başlayan ve durmaksızın 7/24 anda ve zihninle kalman için sana sunulmuş altın bir tepsi… Hocaların rehberliğinde yapılan meditasyonlar… Ve zihnimle başbaşa kaldığım anlar yığını… Bu anlardan biriydi sanıyorum bilgiye tutunduğumu fark etmem… Tevekelli değil, bir süredir evde ne var ne yoksa verebiliyorken kitaplarımı türlü bahanelerle veremiyor oluşum…


Böyle bir an hiç deneyimlediniz mi bilmiyorum ama şimdi arkama bakıyorum da “paha biçilemez” diyebileceğim bir deneyim sadece ben ve zihnimle kalmak…


…duygularım, düşüncelerim, duyumsamalarım, daha da özü zihnimin tüm ahvali bir sahnede sergilenen dans gösterisi misali…. Bazen çok hiddetli bir müzikle hepsi karman çorman… Bazen derinden bir tını… Ve sakince salınan öbekler… Ve ben… Bazen sahnenin içine çekiliyor; tüm bu zihnimin ahvalinin bizzat aktörü oluyorum… Bazen (ki niyetim bu) sahneyi izleyen bir yönetmen… Sükunetle… Şaşırarak… Yargılamadan… Merakla… Sahneyi izleyen ben; sahneye çekilip kapılan ‘ben’ligime değerli hocam Lot’un dediği gibi kelebek ağı atıyor adeta… Nazikçe… Dostane şekilde… Gel diyor, evet kapıldın… Oraya gittin… Gel ve devam et izlemeye…


Bazen 40 dakika boyunca aktör oluyorum, bazen 40 dakika boyunca yönetmen… Ve tek niyetim; zihnimin uçtuğu yerlere kapıldığımı fark edebilmek ve yeniden, yeniden, yeniden defalarca ama gerçekten defalarca, zihnimi nefesime getirmem… Her bir nefes acil durum halatı misali… Her bir farkındalık hali yeni bir başlangıç… …….

Sahildeyim… Gözüme uçsuz bucaksız görünen kumsalda oturuyorum… Sesimin nasıl olduğunu unutup unutmadığımı, dahası böyle bir şeyin mümkün olup olmadığını düşünüyorum. Sonra hop diyorum nazikçe kendime. Yine gittin. Ve yine gel. Tam buraya gel, tam bu ana…

Geliyorum… Ellerim kumda… Ve gözüme iki küçük deniz kabuğu çarpıyor, inceliyorum, büyüleniyorum… Ve benimle birlikte eve gelmeleri için cebime koymaya yelteniyorum. Tam o anda duruyorum… Neden diyorum kendime, neden bunları benimle birlikte götürmeye ihtiyacım var? Neden tutunuyorum ki bunlara…toplamaya… biriktirmeye… Onlar buraya ait. Ve ben de tam şu anda buraya aidim… Biraz daha görüyorum deniz kabuklarını… Göre göre inceliyorum… Sindiriyorum… Ve bırakıyorum oldukları yere…


Sahildeyim… Gözüme uçsuz bucaksız görünen kumsalda oturmuş dalgaları izliyorum… O an geçmişte yazdığım bir yazım canlanıyor zihnimde… “Dalgaları durduramayabilirsin ama sörf yapmayı öğrenebilirsin…” Oturmuş dalgaları izlerken… Bu yazım arka planda çınlıyor… Ve “yeni ben” konuşuyor: “dalgaları durdurmak ya da sörf yapmak zorunda mısın gerçekten? Durdurmak ya da sörf yapmak… Dalgaya bir anlam yüklemektir belki? Belki dalga sadece dalgadır” diyorum…

” Gelir…ve gider… ” Hep geldi… Hep gitti… ” ” Bunu yazmalıyım” diyorum kendi kendime… Sonra yazamama hali içinde yazma arzumu keşfedip gülümsüyorum kendime… “Gel Gizem” diyorum… Zamanı gelince yazacaksın… Senin için önemli ise seninle gelecek bu da… Fakat şimdi buradasın… Buraya gel…


Lao Tzu’nun dediği gibi: “ne olduğumu bıraktığımda, ne isem o olabilirim…” Olduğum şey ile yüzleşebilme fırsatı için şükürler olsun… Sessizlik… Acı dolu olabilse de, şifaya götüren güzel bir yol… Her doğum sancılı değil mi ki zaten…


Hoşgeldim…

10 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page